TEKEL
Dr. Burkay Adalığ
Tekel (TDK Sözlüğü)
- Bir malın yapımının yalnızca bir kuruluşun elinde bulunduğu durum, inhisar, monopol: Türkiye’de bazı içkiler tekel maddeleridir. 2. Devletin herhangi bir üretim alanını elinde tutması, satışı tek elden yönetmesi ve fiyata hâkim olması durumu, inhisar, monopol. 3. mec. Bir kişi veya kuruluşun herhangi bir alanda kazandığı büyük güç
Bugün “tekel” denince pek çok insanın aklına her sokakta bulunan içki ve sigara dükkânları geliyor. Yaşı yetenler, 2004 yılına kadar faaliyet gösteren ve daha sonra özelleştirilen TEKEL İdaresi’ni hatırlıyor ancak 100 yılı aşkın süre boyunca içki, sigara, tütün üretim ve satışını tekelinde bulunduran bu kurum günümüzde artık yok ve Tekel İdaresi’nin özelleşmesinin ardından TEKEL tarafından üretilen pek çok içkinin üretimi de maalesef durdu.
TEKEL tarihini bilmek Türkiye’nin yakın geçmiş içki tarihini ve kültürünü anlamak açısından çok önemli. Yakın geçmiş diyorum zira üniversite yıllarım olan 90’ların başında TEKEL tarafından ürtilen Ankara Viskisi’ni, esans değil meyve kullanılarak üretilen leziz likörleri, brendileri unutmak kolay değil ve yeni nesillerin de bilmesi gerektiğini düşünüyorum.
TEKEL Tarihi
Tekel tarihi 1870’li yıllara dayanıyor. 1879’da çıkarılan Rüsum-ı Sitte kararnamesiyle tuz, tütün ve alkollü içkileri satma ve işletme hakkı Rum bankerlere veriliyor. 1880’de endüstriyel rakı üretimi yapılmasına izin çıkıyor. 2. Abdülhamit’in Başmabeyincisi ve Maliye Nazırı Sarıcazade Ragıp Paşa’nın Tekirdağ yolundaki çiftliğinde ürettiği Umurca Rakısı o dönemdeki ilk tescilli rakı markalarından biri. 1883’de bu ürünler “Düyun-u Umumiye”ye geçiyor. 1800’lerin sonları ve 1900’lerin başlarında sigara ve alkollü içki üretimi devam ediyor. 1895’te Adana’da, 1897’de Samsun’da sigara fabrikaları, 1905’te Bomonti Bira Şirketi kuruluyor. 1930’lara kadar olan dönem, rakı üretimi açısından da çok zengin bir dönem ve sayısız özel rakı üreticisi farklı markalarda rakılar üretiyor
Tütün, alkollü içkiler, tuz, barut ve patlayıcı maddelerle ilgili “inhisar” hizmetlerini yürütme görevi, 1932 yılında kurulan İnhisarlar Umum Müdürlüğü’ne veriliyor. Tütün, alkollü içkiler ve tuz 1932, barut ve patlayıcı maddeler 1934, bira 1939, çay ve kahve 1942, kibrit 1946 yılında devlet tekeli altına alınıyor. 1969’da TEKEL kanunu çıkıyor.
1941 yılından 1983 yılına kadar faaliyetlerini Tekel Genel Müdürlüğü olarak yürüten şirket, 1980’lerden itibaren değişime uğramaya başlıyor. 2002 yılında 4733 sayılı Kanun ile Tütün, Tütün Mamulleri ve Alkollü İçkiler Piyasası Düzenleme Kurumu (TAPDK) kuruluyor. 2003 yılında Özelleştirme İdaresi, alkollü içkiler bölümünü ayrı bir şirket haline getiriyor ve 2004 yılındaki özelleştirme ile TEKEL’in Alkollü İçkiler Sanayii ve Ticareti A.Ş bölümü ihaleyi kazanan Nurol, Limak, Özaltın, TÜTSAB konsorsiyumu “Mey İçki” firmasına 292 milyon dolara satılıyor. 2006 yılında bu konsorsiyum Mey İçki’yi 900 milyon dolar bedelle Amerikan özel sermaye fonu Texas Pasific’e satıyor. 2011 yılında dünya içki devi Diageo 3.3 milyar dolar bedelle Mey İçki’yi bünyesine katıyor ve Yeni Rakı gibi neredeyse Cumhuriyet’le yaşıt markalarımız bir İngiliz firması olan Diageo bünyesine geçiyor.
İki paragrafta 150 yıllık bir tarihi aktarmak kolay değil. Burada gördüğünüz tarihler sadece genel gidişatı gösteriyor ama bizim için asıl önemli olan 1930’lardan itibaren yerel kaynaklar kullanarak dünya standartlarında hatta belki daha iyi likörler, konyaklar, viskiler, purolar, çaylar üreten bir firmanın günümüzde artık olmaması.
Benim çocukluğum ve ilk gençliğim 70’lerin sonu ve 80’li yıllar. Alkol kullanmaya başlamam üniversite yıllarım yani 90’ların başı. O yıllarda Türkiye’de ithal içki çok çok sınırlı olduğu için hayatımda gördüğüm ilk cin, ilk votka, ilk likör, ilk konyak (kanyak) TEKEL’e ait. İçtiğim ilk viski Türkiye’nin ilk ve maalesef son viskisi olan Ankara Viskisi.
Çocuk yaşımda bu içkilerin tatlarını bilmiyorum elbette ama evde her zaman, özellikle de bayramlar yaklaşırken rengarenk likörlerin meyve suyu gibi göründükleri için çok ilgimi çektiğini hatırlıyorum. Bizimkiler sıklıkla cin tonik, cin fiz ve cin menta içtikleri ve eve gelen misafirlere de aynından ikram ettikleri için evde cin şişesi de sürekli bulunuyor. Logo tasarımı daha ilkokuldan beri ilgimi çeken bir alan olduğu için “cin cin cin cin” yazan logoya hayranlıkla bakıyorum. Logoyu sosyal medyada “hey gidi günler” diye paylaştığımda, 1973 yılında grafik tasarımcı Selahattin Sönmez tarafından tasarlandığını öğrenmek (yani logoyla yaşıtız) ve internet ortamında bile olsa kendisiyle mesajlaşıp elinize sağlık diyebilmek beni çok mutlu etti.
Benzer bir şekilde tamamen rastlantısal olarak tanıştığımız Nilay Yılmaz Hanımefendi ve o yıllarda birlikte çalışarak Truva Kanyak, Yeni Rakı gibi içkilerin unutulmaz etiket ve şişe tasarımlarına birlikte imza attıkları çalışma arkadaşları Günseli Partanaz, Neveser Kadıoğlu, Semra Kurbanoğlu, Ertan Sezgintüredi gibi isimleri anmak boynumuzun bir borcu. Viskiden, votkaya, rakıdan cine sayısız içkisi olan TEKEL’de adını anacağımız pek çok isim daha olduğuna eminim, atladıklarımı da sevgi ve saygıyla selamlıyorum.
Elbette bu içkileri ben çocuk yaşımda etiketleriyle tanıdığım için tasarımcılarını öğreniyor olmak çok heyecan verici. O nefis likörlerin, Türkiye’nin ilk ve son viskisi Ankara Viskisi’nin, rakıların, şarapların cinlerin nasıl üretildiğini, arkasında nasıl bir çalışma olduğunu anlamak için en güzel kaynak, İMBİKTEN KADEHE kitabıma Önsöz de yazarak beni onurlandıran Kerim Yanık Bey’in “Tekel’in Nesi Kaldı – Damaklarda Tadı Kaldı” adlı eseri. Kitabının yanı sıra kendisiyle gerçekleş- tirdiğim telefon sohbetleri çok öğretici ve bilgilendirici oluyor. Kerim Bey, 1967’de Tekel Bira Fabrikası’nda başlamış ve 2004’teki özelleştirme sürecine kadar konyak, şarap, rakı, cin, viski aklınıza gelebilecek tüm içkilere eli değmiş, bizzat üretmiş veya üretimine müdürlük yapmış bir duayen.
Onun harika anılarıyla renklenen kitabını burada tekrar edemem elbette. Ancak 70’li yıllarda depolama sırasında sorun yaşanan rakıları, viski imbiklerinde tekrar damıtıp meşe fıçılara koy- duklarında “kazara” oluşan sarı rakıların bugün de severek içtiğimiz Sarı Zeybek ve Tekirdağ Altın Seri gibi içkilerin ilk örneği olduğunu okumak heyecan verici. Cin üretimini yerinde görmek için Gordon’s cin firmasına gidip incelemelerde bulunmaları, en güzel likörü elde edebilmek için Türkiye’nin dört bir yanından aromatik meyveleri toplamaları, 60’lı yıllarda üretilen Pasha kahve likörüyle Amerika’da, Avrupa’da ödüller alınması (düşünsenize devam edebilseydik Kahlúa, Bailey’s, Amarula gibi dünyaca ünlü bir likör markamız olacaktı belki de) TEKEL’in 1940’larda başlayan ve özelleştirmeyle sona eren 60 yıllık tarihinden sadece birkaç satır başı.
TEKEL’in benim açımdan en önemli içkilerinden biri de 90’ların başında içtiğim ilk viskim: Ankara Viskisi. TEKEL’in Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi ile ortak çalışarak 1963 yılında üretimine başladığı Ankara Viskisi, 2000’li yıllarda piyasadan çekilene kadar Türkiye’de üretilen ilk ve tek viski olarak rafları ve mütevazı ev barlarımızı süsledi. Ankara Viskisi, 1960’larda yurtdışına bağımlılığı azaltmak, para çıkışını durdurmak ve yerli malını desteklemek için üretilmiş bir içki ve Türkiye alkollü içki kültürü açısından bir kilometre taşı. 2004’te alınan özelleştirme kararıyla TEKEL’in satılması, maalesef Ankara Viskisi’nin sonu oldu. Ankara Viskisi yıllar içinde şişe ve etiket tasarımında farklılıklar olan bir içki ve tüm şişelerin koleksiyonumda olması benim için bir gurur kaynağı. Ankara Viskisi ni bu yazımda ayrıntılı olarak anlatmıştım
TEKEL’in Türkiye’nin dört bir yanına dağılmış sayısız rakı, şarap, likör, kanyak, cin, bira üretim merkezleri varmış. Bugün bazıları hâlâ ayakta, bazıları tamamen kapandı. Sadece bir fikir verebilmesi adına Atatürk’ün emriyle kurulan, Kerim Yanık’ın da 1988-1996 yılları arasında müdürlüğünü yaptığı Mecidiyeköy Likör ve Kanyak Fabrikası’ndan bahsetmek istiyorum.
Mecidiyeköy Likör ve Kanyak Fabrikası
Cumhuriyet’in ilk yılları. Ata’m bizi muasır medeniyetler düzeyine çıkaracak her şeyi ama HER ŞEYİ düşündüğü için “dünyada var, bizde neden olmasın” diyor ve o zamanların en popüler içkilerinden olan likörlerin ve konyağın ülkemizde de üretilmesi için bir fabrika kurulmasını istiyor. Le Corbusier ile birlikte kübist mimari akımının en önemli öncülerinden olan Rob Mallet-Stevens davet ediliyor ve o zamanlar bomboş olan Mecidiyeköy’de muhteşem bir fabrika kuruluyor. Fransa’dan likör ve konyak uzmanları getirtiliyor. Uzun yıllar dünyada eşi benzeri olmayan likörler, konyak, vermut üreten bu fabrikanın çalıştığı yıllarda tüm Mecidiyeköy’ün buram buram portakal koktuğunu okuyoruz çünkü o yıllarda esansla değil gerçek portakalla likör üreten nadir ülkelerden biriyiz.
Likörlerimizle ilgili ayrıntılı araştırma yaptıkça hayretlere düştüğümü söylemeliyim. Likör bölümünde değindiğimiz gibi likör yapmak için meyve özlerine ihtiyaç var ancak taze meyve kullanmak müthiş maliyetli olduğu için günümüzde esans kullanan firmalar da bulunuyor. TEKEL 1940-50’lerde Türkiye’nin dört bir yanından tonlarca meyve topluyor ve taze meyvelerle likör üretimi yapıyor. O dönemdeki fabrika müdürlerinden kanyak ve likör üstadı Cafer Özsezen’le yapılan bir röportajda 1 litre çilek liköründe 850 gram çilek, 1 litre ahududu liköründe 500 gram ahududu olduğunu okuyoruz. O yıllarda TEKEL’in bugünkü Bols ve DeKuyper firmaları gibi neredeyse 20 farklı likörü bulunuyor ve üretiminde Isparta gülleri, Arna- vutköy çilekleri, Malatya kayısıları, Belgrad Ormanları’ndan toplanan ahududular, Karahisar vişneleri, Mersin turunçları, Bodrum mandalinası, Anamur muzları kullanıldığını biliyoruz. Günümüzde değil likörlerini, bu meyvelerin bile bazılarını bulamıyoruz artık.
Bugün Mecidiyeköy’deki o arazide gökdelen oteller ve sanat galerileri yükseldi ve o likörler maalesef tarihte kaldı.
…
Bu yazı Dr. Burkay Adalığ’ın İMBİKTEN KADEHE kitabından alınmıştır. Alıntılarda kaynak gösterilmesi ahlak kurallarına uygun olacaktır







